17 Ağustos 2013 Cumartesi

Moda Tasarım'ın küçük kardeşi: Moda fotoğrafçılığı

Tasarım sürecinin sunumu ve kitlelere ulaşmasında en büyük paylardan birine sahip olan alan moda fotoğrafçılığı, dünya ile paralel olarak ülkemizde de oldukça revaçta olan bir meslek. Yaratıcılık alevini içinde paylaşan ve fotoğrafçılığı meslek olarak edinmeyi düşünenler için oldukça da zevkli bir dal olan moda fotoğrafçılığı, kendi içerisinde de ilahlar yetiştirmeyi ihmal etmiyor. 

Fotoğrafçının ilahı mı olur demeyin, söz konusu tasarım ve moda sanatının eserlerini tanıtmak ise bahsettiğimiz ilahlar her daim söz sahibi oluyorlar. Teknoloji çağı hepimizi fotoğrafçı, tasarımcı, stylist, editör, yazar yapıyor ancak bu alanlarda başarılı olmak için fotoğraf makinesi, dikiş makinesi, marka katalogları, klavye, blogtan öte farklı bir enerjiye, bakış açısına ihtiyacımız olduğu aşikar. İşte bu yetiler kişide olunca da ilahlaşma süreci başlıyor. 

İlahlığın tanımından gözlerimizi Pierre Debusschere'nin portfolyösüne çevirelim. Çekmiş olduğu fotoğrafların her birinin teması kendi içerisinde kendisiyle uyumlu olsa da hemen hemen hepsine hayranlık duyduğumu belirtmek isterim. İnsan silüeti ve belli başlı kavram, nesne, renk vb etmenleri işin içine katması beni adeta büyülüyor. Belki de kişilerin içerisinde aynı kavramları Pierre ile benzer şekilde görebildiğimden kaynaklıdır bilemiyorum. İnsanların içinde ki renksel dünyanın kapılarının aralanması ve o aralıktan içeriye ufak bir bakış atmak sizin de hoşunuza gider umarım. Keyifli seyirler. 















Devamını Oku

23 Temmuz 2013 Salı

Neoklasisizm ışığında: Erol Albayrak 2012 Defilesi

Neoklasisizmin ışığına sığınarak ilerleyeceğim geçmiş yılın defilesi olan 2012 Erol Albayrak koleksiyonu ile neoklasik akımını bağdaştırmak ilk etapta yadırganabilir, ancak neoklasik tavırların sanatı etkilemesi ile Erol Albayrak koleksiyonunun kendi içerisinde yarattığı etki ile moda dünyasına olan etkisi karşılaştırıldığında, seçtiğim akımın ne denli yerli ve tutarlı olduğunu görmüş olacağımızı umut ediyorum.

Neoklasisizm akımı, Türkçe'ye Yeni-Klasikçilik olarak geçmiş ve sanatın evriminde büyük rol üstlenmiş Avrupa'da doğan ve egemen olan, 19. yüzyıl başında Rokoko sanat akımının reddi ile güdülenerek kendini çerçevesini belirleyen geçmişin günümüze uyarlanmasında önemli etkiler ve eserler yaratılmasına olanak sağlayan bir sanat akımıdır kelime anlamıyla... Akım aslında 18. yüzyılda egemen olan Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile sıkı bir bağ içerisinde oluşmuş ve yalnız geçmişte kalan üslupları canlandırmakla kalmamış, aynı zamanda hem modern hem de değerlerine sahip çıkan bir toplum yaratmak için araç olarak sanatı kullanmayı seçmiştir. 

Hal böyle iken, Afrika ve Uzakdoğu ile Asya'nın ve Avrasya olarak sayılan ülkemizde yarattığı görselliğin ürünlerini de Erol Albayrak'ın defilesinde neoklasizm akımı eşliğinde seyredildiğini düşünüyorum. Her ne kadar yaptığım araştırmalarda Erol Bey'in defilesini sadece Afrika ve Uzakdoğu esintileri ile sınırladığına yönelik yorumlar ile karşılaşmış olsam da, kendisinin vizyonunun buna izin vermeyeceğini çok iyi biliyorum, çünkü Erol Bey bir moda tasarımcısından ziyade bir sosyolog gibi toplumları etkileyen unsurları ve bu etkiler ile yarattıkları kültürü başka kültürler ve toplumlar ile harmanlayıp kendi yarattığı çoğulcu kültür tasarımlarında modaseverlere sunmayı seviyor. 

Konuyu çok dallandırıp budaklandırmaktan hoşlanmıyorum, ancak neoklasisizm akımının öncülerinden ve benim de sıkı bir hayranı olduğum Jacques-Louis David'in eserlerine örnek oluşturması açısından yer vermek istiyorum. 

 Resimlerin tek tek isimlerine yer vermiyorum ancak merak edenler Jacques-Louis David linkinden göz atabilirler.


 Görüldüğü gibi J.L. David'in kadın temalı eserlerindeki kıyafet detayları antikite özelliklerini koruyan ancak bir o kadar da yeni döneme uyarlanmış olarak yansıtılan kıyafetler olarak tuvallerde kadınların zarafetini yoğun bir biçimde seyirciye aktarma unsuru olarak yerlerini almışlar.

Tabi Neoklasisizm Avrupa sanatında etkin rol üstlenirken dönem modasına da değinmeden geçmek olmaz, detaylı olmamakla birlikte üstün körü dönemi değerlendirecek olursak 1750'lerle beraber, kıyafetlerde dantel ve hafif kumaşların kullanılması eteklerde daha rahat bir duruşa sebep olmuş, dökümlü ve dalgalanan kumaşlar kadınların bedeniyle dans edercesine salınır hale gelmiştir. Kumaşlarda öne çıkan işlemecilik genelde aristokrat kesimin giyim kuşamında altın ve gümüş işlemeler ile karşımıza çıkmakta. Desen olarak da bol miktarda çiçek tercih ediliyordu, Hindistan'dan kaçak olarak getirilen pamuklu kumaşlar oldukça tercih edilirdi.
Bu döneme damgasını vuran Madame de Pompadour sayesinde Çin motifleri, (ejderhalar vb.) modanın önemli unsurları haline gelmişlerdi, Uzakdoğu etkisi kıyafetten mobilyaya, halıya, yelpazelere kadar ulaşarak dönem beğenisinde zirveye oturdu. Abartılı tarzların öncüsü Madame de Pompadour sayesinde kadın saç stillerinde de abartılı değişimler görüldü, rozetler, tüyler, kuşlar, üzümler saçların vazgeçilmez süs eşyaları oldular, şapkalar da tabi ki bu abartıdan nasibini alarak kale şeklinde, çiçek sepeti, yelkenli gemi şeklinde yapılarak dikkat çekici halde döneme damgasını vurdular.

Madame de Pompadour 



 Erol Albayrak başlığı ile başlayan yazı, tarihsel sürecin ayrıntıları ile boğulduysa bu benim hatam, ancak konu ressamlar ve sanat tarihinin modayla olan birleşimi ise her tür ayrıntıyı aktarmak isterken buluyorum kendimi. Neyse konuya dönecek olursak.. 2012 defilesinde Erol Bey'in de aynı detaycılığı sergilediğini hissediyorum, o yüzden güzel ayrıntılarda aynı bilgilerde beynimizi ve düşsel dünyamızı zorladığımızı düşününce ufak bir tebessüm etmeden alıkoyamıyorum kendimi. Erol Bey'in tasarımlarına göz atalım ve Erol Bey'in Madame de Pompadour'ları ile tanışma keyfine varalım...











Şimdi Jacques Louis David'in kadın temalı eserlerine bakıp, Erol Bey'in tasarımları ile bağlantı kurduğunuzu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, bunu söylemek zaten tasarımcıya çok büyük bir hakaret olur. Erol Bey'in tasarımları ile J. L. David'in eserleri ortak paralellikte farklı çağların farklı öncüleri olarak değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi ile ele alınırsa, günümüz J. L. David'ini yani Erol Albayrak'ı anlamanın daha mümkün olacağını düşünüyorum. İlk başlarda neoklasisizm akımını tanımlarken kullandığım "... geçmişte kalan üslupları canlandırmakla kalmamış, aynı zamanda hem modern hem de değerlerine sahip çıkan bir toplum yaratmak için araç olarak sanatı kullanmayı seçmiştir." cümlesi tam olarak Erol Bey'in günümüzde yapmaya çalıştığı bir sosyolojik moda tasarımcılığını anlatıyor bana göre. Bu noktayı ele alarak neoklasisizm üzerinden yaklaştığım tasarımcının da değerlerini koruyan ancak bunu sadece belli bir "milli sınır" içerisindeki topluluğu şekillendirmek amacı gütmeden, global vizyonda ele aldığı kültürler arası etkileşimlerin ya da düşsel dünyasında eşleştirdiği kültürlerin izlerini koruyarak değerlerine sahip çıkan bir dünya toplumu yaratma arzusu olduğunu söylemek en güzel tespit olur. 

Tabi ki bu koleksiyonu sadece 18. yüzyıl ile sınırlamak da büyük hatalara sebebiyet verecek bir düşünce olur, koleksiyonu irdelerken ele alınacak bir çok dönem ve unsur var misal 1920'lerden Çarliston modasına, balolardan, 1930'ların dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan kadınlarının 2. Dünya Savaşı sonrasında modaya verdikleri rotanın seyrinden daha bir çok noktaya değinilebilir ancak ben neoklasisizm ve Jacques Louis David'le harmanladığım bir bakış açısının izinde ilerlemeyi seçtiğim için diğer noktalara değinmeden geçtim. Kim bilir diğer noktalara da bir gün değinme fırsatı yakalarım.

Kumaş kıvrımları her daim hür ve coşkulu olan tasarımların sahibi Erol Albayrak'ın diğer koleksiyonlarına yönelik yazılarımı da en kısa zamanda paylaşmak ümidiyle. 

Sanat ve moda ışığı ile aydınlanan günler dilerim... 
Devamını Oku

4 Haziran 2013 Salı

Modada "Gezi" Şıklığı...

Yıllardır beklediğimiz mevsim "bahar", doğuda ki bir çok ülkeden sonra bizim ülkemize de geldi, "2" ağaç yaprak açtı, güneşe selam verdi. Bilinçlerimiz yavaş yavaş özgürlüğün güneşiyle ısınırken, içimizdeki coşku ile kendimizi sokaklarda, parklarda, meydanlarda bulduk. Çıktığımız bu yolda, kendimizi her daim "sağlıklı" ve şık hissetmek için, bu yazımda neler giymeli ve kim neler giymiş diye size "doğal" ışık sağlamaya çalışacağım.

Türkiyeli insanlar olarak, çoğu zaman genelin dışında hareket etmeyi severiz bilirsiniz. Geneli kendimiz yarattığımız zaman daha özverili ve daha sağlam adımlar atarken buluveririz kendimizi. İşte bu "bahar"da öyle oldu, dünya modasından çok uzaklaşmasak da, kendi sesimizi pardon tarzımızı, kendimiz belirleme yolunda gittik. Tarzımız kendi içimizde üstü kapatılmaya çalışılsa da, dünya podyumları bu tarza sahip çıkarak, kumaşımızın ne kadar kaliteli olduğunu ve terzilerimizin bu kumaşı bir çapulcu bezi yapamayacaklarını haykırdılar. Bunun yerine bu kumaştan Cumhuriyet Baloları'nda giyilecek özgürlük elbiseleri, herhangi bir kıyafetin aksesuarı olmayacak birlik ve beraberlik gömlekleri, gençlerin gündelik hayatlarını taçlandıracak çağdaş, hür ve demokratik t-shirtler dikilmesi gerektiğini, terzilerin yandaşı medyaya bir şekilde aktardılar. Peki nedir bu Gezi Modası ?



İlk gün, yani 2 ağacın yaprak açtığı günde, parka gelen genç kadının giydiği rahatlık sağlayan kırmızı elbisesi ve beyaz çanta ile kombin yaptığı bu stil, "Gezi" modasının temsili oldu. Biber gazı (!) ile hacimlenen saçlar, saç telinden ince köprüye inanan insanların, vicdan mukayesesi yapma zamanlarının çoktan geldiğini bir kez daha hatırlattı. Ön planda görülen genç kadın, "Gezi" hatıraları için yanına aldığı fotoğraf makinesi ve olumsuz gaz şartlarında kendini güvenceye alabilmek için "hardal" rengi bir fular tercih ederek kararlı bir stil ortaya koydu.


Bahsettiğim gibi, "Gezi"nin temsili olan kırmızı elbiseli kadın, bir çok genç kadına ilham kaynağı teşkil ederek, kadınların bedenleri için yapacakları her türlü seçim haklarının kendilerinde olduğunu ve özgür seçimler ile gündelik yaşantılarında kendilerini ne denli güzel temsil ettiklerini gösteren bir tarz ile meydanlarda boy göstermiş oldu.


Bir diğer tarzımız da sokaklardan; rahat elbiseler yine oldukça revaçta, yürüyüş için tercih edilmiş rahat ayakkabılar ile oldukça hür, oldukça özgürlükçü ve oldukça "Gezi" havasında bir kombin yaratılmış. Kararsız,   "bahar"da mı yoksa kışta mı olduğunu tayin edemeyen emniyet güçlerine af edersiniz hava dalgasına temkinli bir şekilde yakalanmış genç kadın arkadaşımız, bu kombinine yağmurluk eklemediği için oldukça memnun, oldukça dirençli, olabildiğince özgür bir şekilde stilini ortaya koymuş.



"Bahar" havasının özgür gün ışığından yararlanmak isteyen ailelerimiz de çocuklarının gelecekte yaşayacakları tüm anti-demokratik uygulamaların karşısında yer almak için, oldukça şık bir şekilde aramızda yerlerini almışlar. Daha önce de demokratik hakların arandığı bir çok gezi (!) de karşımıza çıkan bahar maskeleri (!) kararsız gaz dalgasına karşı çocukların da en büyük koruyucusu olarak kombinlerin vazgeçilmezi olmuş.



"Gezi" şıklığında erkekler de kadınlar ile yarışır bir biçimde dünya podyumlarında ki yansımalarıyla oldukça büyük ilgi çektiler. "Bahar"ın getirdiği özgür gün ışığı karşısında renkli tercihleri ile, karanlık günlerin vazgeçilmez tarzını benimsemiş erkeklerden hemen ayrılan "Gezi" erkeği, ayakkabı seçimi dahi yapmaması ile özgür ruhun gerçek temsilcisi olarak bu konseptte yerini almış.



Dünya podyumları (!) tarafından oldukça beğeni toplayan "Gezi" gözlükleri, kararsız gaz dalgasından korunmanın yanında şehirli modern erkeğin görüş alanını da güvenli kılmasıyla dikkat çekici. Renkli seçimler ile oluşturulan kombin, yine "Gezi" erkeğini, kalıplaşmış görüşlerin dışına çıkamayan, belli bir ışık kaynağının yettiği ölçüde hayatı algılamayı seçen erkeklerden ayrı bir konuma koyuyor. Kombinine yer vermeyen ulusal medyaya inat, bu güzel seçimleri tüm ülkede ki "Gezi" modası severlerin beğenisine sunmak için elindeki sosyal medya gücünü de unutmuyor "Gezi" erkeği.



 Meydanlar, "bahar"ın gelişiyle insanlarca dolup taşıyorken, bunca hararetin arasında kitap okumayı (!) unutmayan hava (!) tayin ediciler, "Gezi" insanın kitap önerilerini dikkate almaktan da kaçınmıyor. Özgür beyinlerin derlediği seçkiler ile hayata bakış açılarını değiştirme adına ilk sözcüklerini göz ucuyla takibe alan hava (!) tayin ediciler, en çok Adolf Hitler'in Kavgam adlı otobiyografik kitabını beğenmiş olacaklar diye bizleri düşündürüyorlar.


Elbette bu kombinlerin çoğunu televizyonlarından gündemi takip eden "bahar"ın geldiğinden habersiz insanlarımız görmemiş, yaşanan "Gezi"lerden haberdar olmamış, özgür gün ışığını tatmamış olabilirler. Yaşanan bu tarz (!) değişikliği elbet bir gün demokratik giyim kuşam düşkünü bedenlerin ruhlarını da saracak, ve hepimiz istediğimiz gibi giyim kuşam rehberimizi hazırlayabileceğiz. Kaliteli dokunan kumaş her daim kendini belli eder, ancak terzi kötüyse ortaya çıkan ürün pek sağlıklı olmaz, bu yüzden "Gezi"p görüp en iyi terziye karar vermek gerek. Çok Gezi'n, çok konuşun, çok düşünün...

Herkese demokratik günler diliyorum...
Devamını Oku

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Nano-sanat: Hasan Kale

Başlık biraz fazla iddialı olsa da nano-sanat eserleri kadar değerli ve küçük sayılacak sanat harikaları yaratan bir sanatçıya mercek tutacağım, aslında mecazdan çok gerçek bir anlam taşıyor mercek tutma deyimi, çünkü 1959 doğumlu sanatçımız Hasan Kale kültürümüzde önemli yer tutan minyatür sanatını farklı bir boyuta çekerek mikro olarak tanımlanabilecek eserler üretiyor.

Türkiye'de resim sanatının gelişim evrelerine bakacak olursak ilk olarak Boğaz Ressamlarını ele almak gerek, Boğaziçi Ressamları olarak da bilinen bu grup Osmanlı Dönemi'nde yurtdışından ülkeye getirilip hem resim yapmaları hem de resim sanatını yaymaları istenmiş bir grup. Onların boğaz manzaralarını, büyük ebatlı resimlerini düşününce, Hasan Kale'nin de Türk sanatı içerisinde önemli bir isim olarak anılması gerektiğini söylemek hiç de yanlış olmaz. Kim bilir belki bundan bir kaç yıl sonra Türk Çağdaş Plastik Sanatları dersi kapsamında Hasan Kale ve onun eşsiz eserlerini ders olarak göreceğiz. 

Hasan Kale'ye karşı bizlerin sorumsuz davrandığımızı düşünüyorum, onca sergi, onca emek ve onca eser ile hala çoğumuzun bilmediği bir isim. Bu Kale'nin değil bizim ayıbımız olmaktan öteye geçemiyor. Ben şahsım adına kendisine olan minnet borcumu bir nebze olsun ödemek için yazdığım bu yazı ile, yazıyı okuyanların sanat dünyasına  Hasan Kale'den izler sürükleyebilirsem mutlu olacağıma inanıyorum. Öyleyse buyurun soyadı ile tezatlık oluşturan eserlerine göz atalım. :) 


























Herkesin yere göğe sığdıramadığı, en ufak bir hatırlama ile tuzlu nem kokusu aldığı ve martı sesleri işittiği İstanbul'u ve bu kente ait imgeleştirdiği çok görüntü vardır, ancak Hasan Kale bu duyguyu hepimizden farklı yaşıyor, yere göğe sığdıramamaktan ziyade bir incir çekirdeğine, bir sineğin incecik kanadına, bir kibrit ucuna taşıyor İstanbul'unu ve ona ait imgeleri. Fındık kabuğunu dolduramayacak sebepler, Hasan Kale ile anlam kazanıyor ve bir İstanbul manzarası fındık kabuğunda yerini alıyor. 

Hasan Kale Türk resim sanatı için emsalsiz bir örnek olmaktan da öte, minyatürden yola çıkarak evrilttiği bu üslubu ile en güzel övgüleri hak ediyor, etmeli de. Umarım siz de benim ile aynı düşünceleri paylaşıyor ve İstanbul'u bir incir çekirdeğinden seyretmenin ayrıcalığının çok farklı bir duygu yarattığına inanıyorsunuzdur. Sanatçıyı takip etmek isteyenler Facebook sayfasından detaylı şekilde inceleyebilirler, Hasan Kale'nin sanat üslubu ile sanata karşı aslında ne kadar büyük gönüllü davrandığımızı kavrayabilirler. :)

Devamını Oku
Tema resimleri sndr tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.

© 2011 Maddenin Sanat Hali, AllRightsReserved.

Designed by ScreenWritersArena